Baris
New member
Zahiriler Kimlerdir? Görünenden Fazlasını Görmek: Sosyal Yapılar, Cinsiyet ve Sınıf Üzerine Bir Tartışma
Bir forumun sessizliğini bozan ilk mesajlardan biri olur genellikle şu cümle: “Zahiriler hep dış görünüşe takılıp kalıyor, peki biz farkında olmadan onlardan biri miyiz?” Bu soru hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin bir yankı taşır. Çünkü “zahirî” olmak –yani görünene saplanmak– sadece dini ya da felsefi bir mesele değildir; aynı zamanda toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk gibi yapısal eşitsizliklerin de yansımasıdır.
Zahiri Düşünce: Görünenin Hakikat Sayıldığı Bir Dünya
“Zahiriler”, kelime anlamıyla, şeylerin sadece dış yüzüne bakan ve görünüşü esas alan kişilerdir. Bu kavram tarihsel olarak İslam düşüncesinde literal (harfi) yoruma bağlı kalan bir ekolü tanımlar; ancak sosyolojik düzlemde “zahirîlik”, toplumların normlarıyla şekillenen bir algı biçimi olarak da karşımıza çıkar. Günümüzde bu zihniyet, görünüşü gerçeklikle karıştıran, etiketi kimlik sanan, sosyal medyada “görünürlük” üzerinden değer biçen yapılar içinde kendini yeniden üretir.
Bu bakış açısı, toplumsal cinsiyet rollerinde, ırksal kalıplarda ve sınıfsal hiyerarşilerde güçlü biçimde hissedilir. Yani “zahirîlik” sadece bireysel bir körlük değil, sistematik bir körlük biçimidir.
Toplumsal Cinsiyet ve Zahirîlik: Kadınların Görünür, Seslerinin Görünmez Oluşu
Toplumun kadınlara biçtiği roller, çoğu zaman “zahirî” bir çerçevenin ürünüdür. Kadın bedeni kamusal alanda sürekli gözetim altındadır; nasıl giyindiği, nasıl konuştuğu, hatta nasıl güldüğü bile sosyal normların merceğiyle değerlendirilir. Bu durum, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet performativitesi kavramıyla açıklanabilir: Cinsiyet, sürekli olarak toplumsal tekrarlarla “sahneye konan” bir kimliktir. Kadınlar, bu performansı toplumun beklentilerine göre sürdürmeye zorlanırken, öz benlikleri görünmez kılınır.
Zahirî toplumlarda “kadının değeri” genellikle dışsal özelliklerle ölçülür — güzellik, annelik, itaatkârlık gibi. Bu, hem patriyarkal hem de kapitalist bir yapının ürünüdür. Reklamlar, diziler, sosyal medya akımları hep aynı mesajı verir: “Kadın, görünür olabildiği ölçüde değerlidir.” Ancak bu görünürlük, güç değil; çoğu zaman metalaşmanın bir parçasıdır.
Kadınlar bu baskı sistemine karşı direnirken, sıklıkla empatiyi bir araç olarak kullanırlar. Empati, bir zayıflık değil; hem bireysel hem kolektif iyileşmenin temeli olabilir. Feminist hareketlerin içinde yer alan erkeklerin de bu empatik bakışı geliştirmesi, “zahirî” yargıların ötesine geçmenin anahtarıdır.
Erkekler, Güç ve Çözüm: Sorumluluğu Paylaşmak
Erkekler için zahirîlik farklı bir biçimde işler. Onlar çoğu zaman güçlü, akılcı, duygusuz olmanın toplumsal olarak “ideal” erkeklik olduğunu öğrenirler. Bu, toksik maskülinite dediğimiz yapının özüdür. Sosyolog Raewyn Connell’in kavramsallaştırdığı “hegemonik erkeklik”, erkekleri de dar bir kimlik alanına hapseder. “Güçlü görünme” zorunluluğu, erkeklerin duygularını bastırmasına, yardım istemekten kaçınmasına, empatiyi “zayıflık” olarak görmesine neden olur.
Ancak son yıllarda bazı erkek hareketleri bu zinciri kırmaya çalışıyor. “Pro-feminist erkeklik” anlayışı, erkeklerin sadece kadınlara alan açmasını değil, kendi duygusal özgürlüklerini de yeniden tanımlamalarını savunur. Zahirîliğe karşı çözüm, “görünür güçten” değil, “paylaşılan insaniyetten” geçer.
Sınıf, Irk ve Görünmeyen Gerçekler
Zahirîlik sadece bireylerin değil, sistemlerin de işleyiş biçimidir. Ekonomik sınıflar arasında görünürlük ve görünmezlik dengesi, sosyal sermayeyi belirler. Fakirler, göze batmadıkları sürece toplumda “yokmuş” gibi davranılır. Siyahilerin, göçmenlerin ya da mültecilerin maruz kaldığı önyargılar da aynı mekanizmayla işler: görünüşten kimlik çıkarma, dışsal bir farklılığı içsel bir değersizlikle özdeşleştirme.
Irk temelli önyargılar, “zahirî” bakışın en tehlikeli biçimidir. Çünkü görünüş, dil, ten rengi gibi fiziksel göstergeler, kişinin deneyimlerinin ya da değerinin yerine geçer. Sosyal bilimci Frantz Fanon’un dediği gibi: “Ten rengim benimle ilgili değil, ötekinin gözündeki karanlıkla ilgilidir.”
Zahirîliğin Sosyal Kodu: Normlar, Medya ve Algı
Zahirîlik bugün en çok dijital platformlarda yeniden üretiliyor. “Algı yönetimi”, “kişisel marka”, “estetik filtre” gibi kavramlar, insanların kendilerini olduğu gibi değil, görünmek istedikleri gibi sunmalarına yol açıyor. Bu durum hem özgürlük hem baskı yaratıyor. Özellikle genç kadınlar, bu sahte görünürlük ekonomisinde sürekli performans sergilemek zorunda kalıyor.
Medya, bu yapıyı destekleyerek, görünüşe dayalı bir değer sistemini besliyor. Ancak alternatif dijital feminist hareketler –örneğin #BodyPositivity ya da #MeToo– bu görünürlüğü tersine çevirerek “gerçek hikâyelerin” görünür olmasını sağlıyor.
Düşündürücü Bir Soru: Gerçekten Görüyor Muyuz?
Bu noktada forumdaki herkese açık bir soru: Zahirî yargılarımızı fark ettiğimizde, onları değiştirmek için ne yapıyoruz?
Bir kadının sesi yüksek çıktığında, onu “agresif” olarak mı etiketliyoruz, yoksa “duyulmak isteyen biri” olarak mı görüyoruz?
Bir erkek ağladığında, onu “zayıf” buluyor muyuz, yoksa “insan” olarak mı kabul ediyoruz?
Bir göçmen konuştuğunda aksanına mı takılıyoruz, yoksa hikâyesine mi kulak veriyoruz?
Bu soruların cevabı, hepimizin içinde yaşadığı “zahirî toplumu” dönüştürme potansiyelini taşır.
Sonuç: Görünenden Derine Bakmak
Zahirî olmak kolaydır; çünkü düşünmeyi, anlamayı, empati kurmayı gerektirmez. Ama yüzeyde kalmak, hem bireysel hem toplumsal olarak bizi eksik bırakır. Cinsiyet, ırk, sınıf fark etmeksizin hepimiz bir noktada “zahirî” davranıyoruz. Fakat farkındalıkla, diyalogla, eğitimle ve empatiyle bu kalıpları kırabiliriz.
Belki de asıl soru şudur: Gerçekten görmek için ne kadar cesuruz?
Görmek, yalnızca gözle değil, kalple ve vicdanla mümkün olur. Ve belki o zaman, “zahirî” değil, “bâtınî” –yani derin, anlamlı ve adil– bir toplum kurabiliriz.
Bir forumun sessizliğini bozan ilk mesajlardan biri olur genellikle şu cümle: “Zahiriler hep dış görünüşe takılıp kalıyor, peki biz farkında olmadan onlardan biri miyiz?” Bu soru hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin bir yankı taşır. Çünkü “zahirî” olmak –yani görünene saplanmak– sadece dini ya da felsefi bir mesele değildir; aynı zamanda toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk gibi yapısal eşitsizliklerin de yansımasıdır.
Zahiri Düşünce: Görünenin Hakikat Sayıldığı Bir Dünya
“Zahiriler”, kelime anlamıyla, şeylerin sadece dış yüzüne bakan ve görünüşü esas alan kişilerdir. Bu kavram tarihsel olarak İslam düşüncesinde literal (harfi) yoruma bağlı kalan bir ekolü tanımlar; ancak sosyolojik düzlemde “zahirîlik”, toplumların normlarıyla şekillenen bir algı biçimi olarak da karşımıza çıkar. Günümüzde bu zihniyet, görünüşü gerçeklikle karıştıran, etiketi kimlik sanan, sosyal medyada “görünürlük” üzerinden değer biçen yapılar içinde kendini yeniden üretir.
Bu bakış açısı, toplumsal cinsiyet rollerinde, ırksal kalıplarda ve sınıfsal hiyerarşilerde güçlü biçimde hissedilir. Yani “zahirîlik” sadece bireysel bir körlük değil, sistematik bir körlük biçimidir.
Toplumsal Cinsiyet ve Zahirîlik: Kadınların Görünür, Seslerinin Görünmez Oluşu
Toplumun kadınlara biçtiği roller, çoğu zaman “zahirî” bir çerçevenin ürünüdür. Kadın bedeni kamusal alanda sürekli gözetim altındadır; nasıl giyindiği, nasıl konuştuğu, hatta nasıl güldüğü bile sosyal normların merceğiyle değerlendirilir. Bu durum, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet performativitesi kavramıyla açıklanabilir: Cinsiyet, sürekli olarak toplumsal tekrarlarla “sahneye konan” bir kimliktir. Kadınlar, bu performansı toplumun beklentilerine göre sürdürmeye zorlanırken, öz benlikleri görünmez kılınır.
Zahirî toplumlarda “kadının değeri” genellikle dışsal özelliklerle ölçülür — güzellik, annelik, itaatkârlık gibi. Bu, hem patriyarkal hem de kapitalist bir yapının ürünüdür. Reklamlar, diziler, sosyal medya akımları hep aynı mesajı verir: “Kadın, görünür olabildiği ölçüde değerlidir.” Ancak bu görünürlük, güç değil; çoğu zaman metalaşmanın bir parçasıdır.
Kadınlar bu baskı sistemine karşı direnirken, sıklıkla empatiyi bir araç olarak kullanırlar. Empati, bir zayıflık değil; hem bireysel hem kolektif iyileşmenin temeli olabilir. Feminist hareketlerin içinde yer alan erkeklerin de bu empatik bakışı geliştirmesi, “zahirî” yargıların ötesine geçmenin anahtarıdır.
Erkekler, Güç ve Çözüm: Sorumluluğu Paylaşmak
Erkekler için zahirîlik farklı bir biçimde işler. Onlar çoğu zaman güçlü, akılcı, duygusuz olmanın toplumsal olarak “ideal” erkeklik olduğunu öğrenirler. Bu, toksik maskülinite dediğimiz yapının özüdür. Sosyolog Raewyn Connell’in kavramsallaştırdığı “hegemonik erkeklik”, erkekleri de dar bir kimlik alanına hapseder. “Güçlü görünme” zorunluluğu, erkeklerin duygularını bastırmasına, yardım istemekten kaçınmasına, empatiyi “zayıflık” olarak görmesine neden olur.
Ancak son yıllarda bazı erkek hareketleri bu zinciri kırmaya çalışıyor. “Pro-feminist erkeklik” anlayışı, erkeklerin sadece kadınlara alan açmasını değil, kendi duygusal özgürlüklerini de yeniden tanımlamalarını savunur. Zahirîliğe karşı çözüm, “görünür güçten” değil, “paylaşılan insaniyetten” geçer.
Sınıf, Irk ve Görünmeyen Gerçekler
Zahirîlik sadece bireylerin değil, sistemlerin de işleyiş biçimidir. Ekonomik sınıflar arasında görünürlük ve görünmezlik dengesi, sosyal sermayeyi belirler. Fakirler, göze batmadıkları sürece toplumda “yokmuş” gibi davranılır. Siyahilerin, göçmenlerin ya da mültecilerin maruz kaldığı önyargılar da aynı mekanizmayla işler: görünüşten kimlik çıkarma, dışsal bir farklılığı içsel bir değersizlikle özdeşleştirme.
Irk temelli önyargılar, “zahirî” bakışın en tehlikeli biçimidir. Çünkü görünüş, dil, ten rengi gibi fiziksel göstergeler, kişinin deneyimlerinin ya da değerinin yerine geçer. Sosyal bilimci Frantz Fanon’un dediği gibi: “Ten rengim benimle ilgili değil, ötekinin gözündeki karanlıkla ilgilidir.”
Zahirîliğin Sosyal Kodu: Normlar, Medya ve Algı
Zahirîlik bugün en çok dijital platformlarda yeniden üretiliyor. “Algı yönetimi”, “kişisel marka”, “estetik filtre” gibi kavramlar, insanların kendilerini olduğu gibi değil, görünmek istedikleri gibi sunmalarına yol açıyor. Bu durum hem özgürlük hem baskı yaratıyor. Özellikle genç kadınlar, bu sahte görünürlük ekonomisinde sürekli performans sergilemek zorunda kalıyor.
Medya, bu yapıyı destekleyerek, görünüşe dayalı bir değer sistemini besliyor. Ancak alternatif dijital feminist hareketler –örneğin #BodyPositivity ya da #MeToo– bu görünürlüğü tersine çevirerek “gerçek hikâyelerin” görünür olmasını sağlıyor.
Düşündürücü Bir Soru: Gerçekten Görüyor Muyuz?
Bu noktada forumdaki herkese açık bir soru: Zahirî yargılarımızı fark ettiğimizde, onları değiştirmek için ne yapıyoruz?
Bir kadının sesi yüksek çıktığında, onu “agresif” olarak mı etiketliyoruz, yoksa “duyulmak isteyen biri” olarak mı görüyoruz?
Bir erkek ağladığında, onu “zayıf” buluyor muyuz, yoksa “insan” olarak mı kabul ediyoruz?
Bir göçmen konuştuğunda aksanına mı takılıyoruz, yoksa hikâyesine mi kulak veriyoruz?
Bu soruların cevabı, hepimizin içinde yaşadığı “zahirî toplumu” dönüştürme potansiyelini taşır.
Sonuç: Görünenden Derine Bakmak
Zahirî olmak kolaydır; çünkü düşünmeyi, anlamayı, empati kurmayı gerektirmez. Ama yüzeyde kalmak, hem bireysel hem toplumsal olarak bizi eksik bırakır. Cinsiyet, ırk, sınıf fark etmeksizin hepimiz bir noktada “zahirî” davranıyoruz. Fakat farkındalıkla, diyalogla, eğitimle ve empatiyle bu kalıpları kırabiliriz.
Belki de asıl soru şudur: Gerçekten görmek için ne kadar cesuruz?
Görmek, yalnızca gözle değil, kalple ve vicdanla mümkün olur. Ve belki o zaman, “zahirî” değil, “bâtınî” –yani derin, anlamlı ve adil– bir toplum kurabiliriz.